Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2014/116 E. , 2015/1771 K.
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 11.02.2013 gün ve 2012/510 E. 2013/62 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 17.06.2013 gün ve 2013/5303 E. 2013/9202 K. sayılı ilamı ile;
“…Davacı vekili, müvekkillerinin murisi Osman’ın sürücüsü olduğu ve davalı S.. J.. Sigortaya ZMSS poliçesi ile sigortalı araç nedeniyle meydana gelen kazada murisin vefat ettiğini belirterek, eş için 7.000 TL ve 3 çocuğu için 1.000’er TL destekten yoksun kalma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı S.. J.. Sigorta vekili, davacıların gerçek zararının tespit edilmesi gerektiğini, dava açma hakkının zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; toplanan delillere göre, meydana gelen kazada davacılar murisinin tam kusurlu olduğu, kaza nedeniyle açılmış bir ceza davası bulunmadığından davanın KTK.109.maddesinde öngörülen 2 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, davanın açıldığı tarih itibariyle kaza tarihinden itibaren 2 yıllık sürenin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
2918 s. KTK.nin 109. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar. Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmü getirilmiştir. Dava açma hakkı ceza zamanaşımı süresine tabi olup, 8 yıldır davaya konu kaza 05.06.2006 tarihinde gerçekleşmiş ve dava 16.08.2012 tarihinde açılmış olmakla ceza zamanaşımı süresi henüz dolmamıştır. Mahkemece esasa girilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır…”
gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava trafik kazası nedeni ile destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların murisi idaresindeki, davalı sigorta şirketine zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesi ile sigortalı araçla karıştığı kazada, tam kusurlu olduğu iddia edilen murisin vefat etmesi nedeniyle açılan destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin davada ceza zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, trafik kazalarından doğan maddi zararların tazmini istemiyle açılan davalarda zamanaşımı konusuna ilişkin yasal durum ve yerleşik uygulamaya egemen ilkeler hakkında şu genel açıklamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Haksız fiil sorumluluğunda zamanaşımının temel amacı ve işlevi, sorumluluğun zamanla sınırlandırılması, belirsiz süre boyunca sorumlu kişinin tazminat baskısı altında tutulmamasıdır. Bu sebeple özellikle sözleşme dışı sorumluluk hallerinde objektif bir zaman noktası başlangıç alınmış ve sorumlu kişiye karşı tazminat taleplerinin bu azami süre içinde ileri sürülebilmesine izin verilmiştir. Bu anlamda zamanaşımı kurumu bir maddi hukuk kurumu değildir. Bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır.
İnceleme konusu yapılan somut uyuşmakta olduğu gibi trafik kazaları sonucu bir kişinin vefatına neden olunması da bir haksız fiil niteliğindedir. Haksız fiil 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde tanımlanmış, 60. maddesinde de haksız fiil sorumluluğundan kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini istemi ile açılacak davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri özel olarak düzenlenmiştir. BK’nın 60. maddesinde üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bunlar, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık sübjektif ve nispi nitelikteki kısa zamanaşımı süresi, herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık objektif ve mutlak nitelikte uzun zamanaşımı süresi ile olağan üstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir (EREN Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, B. 9, İstanbul 2006, s. 794).
Ayrıca 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) konuya ilişkin 49 ve 72. maddelerinin de aynı yönde düzenleme içerdiği belirtilmelidir.
Aynı fiil bazen hem sorumluluğu gerektiren hem de ceza kanunlarına göre cezayı gerektiren bir fiil olabilir. Bu fiile göre Ceza Kanununun daha uzun bir zamanaşımı süresi öngördüğü hallerde, tazminat davasının daha önce zamanaşımına uğraması tutarlı bir çözüm oluşturmaz. Zira, cezalandırma müeyyide olarak tazminattan daha ağırdır. Bu sebeple, kanun koyucu uyum sağlamak amacıyla ceza davası için öngörülen zamanaşımı süresince tazminat davasının da devamını temin bakımından genel olarak BK 60/II (6098 sayılı TBK m. 72/I), özel olarak da KTK 109/II. maddesinde düzenleme yapmıştır.
Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır.
Buna karşın trafik kazalarında sorumluluğu düzenleyen özel kanun niteliğinde olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu (KTK)’nun 109. maddesinin ilk fıkrasında, trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiştir.
2918 sayılı KTK’nun “Zamanaşımı” başlıklı 109. maddesi;
“…Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.
Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.
Zamanaşımı, tazminat yükümlüsüne karşı kesilirse, sigortacıya karşı da kesilmiş olur. Sigortacı bakımından kesilen zamanaşımı, tazminat yükümlüsü bakımından da kesilmiş sayılır.
Motorlu araç kazalarında tazminat yükümlülerinin birbirlerine karşı rücu hakları, kendi yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdikleri ve rücu edilecek kimseyi öğrendikleri günden başlayarak iki yılda zamanaşımına uğrar.
Diğer hususlarda, genel hükümler uygulanır.” hükmünü içermektedir.
Buna göre madde ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60 (TBK’nun 72). maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresi, trafik kazasından kaynaklanan tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiş olup 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/II. maddesi zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbiriyle uyumlu olmakla birlikte, zamanaşımı süresi yönünden birbirlerinden ayrılmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken, 2918 sayılı KTK’nun 109. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece fiilin Ceza Kanununa göre “cezayı gerektiren bir fiil” olmasının yeterli olması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Sözkonusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece fiilin cezayı gerektiren bir eylem olmasını yeterli görmekte, bunun dışında, eylemi gerçekleştiren fail hakkında soruşturma yapılmasını, ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı koşulu aranmamaktadır. Zira Türk Ceza Kanunu’nda suç tanımı faile değil fiile göre yapıldığından, ceza kanunlarındaki zamanaşımı sürelerine atıf yapan 2918 sayılı Kanun’un 109. maddesinin ikinci fıkrasındaki tarifin fiili tanımlaması ve maddenin bu yoruma göre değerlendirilmesi kanun sistematiği açısından da zorunludur.
Bundan başka, eylemin kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (mülga TCK. m. 108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir. Dahası, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve diğer sorumlular arasında bir ayrım da yapılmamış, böylece kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür (YHGK., 16.04.2008 gün, 2008/4-326 Esas, 2008/325 Karar).
Ceza zamanaşımının uygulanması yönünden ise hukuk hakiminin tazminat davasını görürken, ceza hukuku kurallarıyla ve özellikle ceza mahkemesinin fail hakkında vermiş olduğu beraat veya mahkumiyet kararıyla bağlı olup olmadığı BK 53. maddesinde düzenlenmiştir. Sözkonusu maddede hukuk hakiminin ceza hukuku kurallarıyla bağlı olmadığı hükme bağlandığı gibi ceza mahkemesi kararlarıyla da bağlı olmadığı düzenlenmiştir. Bununla birlikte suçun işlendiğine veya işlenmediğine ilişkin ceza mahkemesinin kesin kararı varsa, hukuk hakimi bu kararla bağlıdır. Görüldüğü gibi ceza mahkemesince haksız eylemin suç niteliği saptanmamış ise hukuk hakimine bunu kendiliğinden ve özgürce araştırma ve sonucuna göre karar verme yetkisi tanınmıştır.
Öte yandan Ceza Kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı (uzamış zamanaşımı) süresi, her halde olay tarihinden itibaren işlemeye başlar; sürenin işlemeye başlaması için, zarar görenin zararı ve onun failini öğrenmesi koşulu aranmaz. Ayrıca zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden ise, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102, 104 ila 107. maddeleri değil, aksine BK’nın, 132 ila 137. maddeleri uygulama alanı bulacaktır.
Bu itibarla şayet zararı doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise; ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’daki bir yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK. m. 60/I (TBK m. 72) olaya uygulanacak; ceza kanunundaki zamanaşımı süresi BK. m. 60/I’deki süreden daha uzun ise, o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise, fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan mülga 765 sayılı TCK’nun 102. (veya halen yürürlükteki 5237 sayılı TCK m. 66) maddesine göre belirlenecektir.
Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 29.05.2015 tarih, 2015/17-437 Esas, 2015/1471 Karar ve 05.06.2015 tarih, 2014/17-2198 Esas, 2015/1495 Karar sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde;
Dosyanın incelenmesinde, davacıların desteğinin sürücüsü olduğu aracın kavşakta bir başka araçla çarpışması ile meydana gelen trafik kazasının davacılar desteğinin vefatı ve yolculardan birden fazla kişinin yaralanması ile sonuçlandığı, mahkemece; olayın meydana gelmesinde davacının desteği sürücünün tam kusurlu olduğu kabul edilerek kaza nedeniyle açılmış bir ceza davası bulunmadığından davanın KTK’nun 109. maddesinde öngörülen iki yıllık zaman aşımı süresine tabi olduğu gerekçesiyle davanın zaman aşımı nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Olayın meydana geliş şekli itibariyle ölen sürücünün eylemi bir bütün olarak ele alındığında, murisin sürücüsü olduğu aracı kullanırken karıştığı trafik kazasında kendisinin vefatı ve birden fazla kişinin yaralanması ile sonuçlanan eylemin 5237 sayılı TCK 85/2 maddesinde tanımlanan taksirle öldürme kapsamında “cezayı gerektiren bir fiil” olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında somut olayda, davacılar murisinin eyleminin “cezayı gerektiren bir fiil” olarak taksirle öldürme ve yaralama suçu olarak TCK 85. madde kapsamında olduğu sabit olduğundan, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2. maddesi uyarınca ceza zamanaşımının uygulanması gerekmektedir. Buna ilaveten kazaya neden olduğu kabul edilen sürücü davacılar desteği hakkında ölümü nedeniyle bir ceza davasının açılmamış olması, yukarıda açıklanan ilkeler ışığında uzamış ceza zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.
Buna göre, davacıların desteğinin mahkemece tam kusurlu olduğu kabul edilen ve kendisinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasının aynı zamanda TCK’nun 85/2 maddesinde düzenlenen ve taksirle öldürme suçuyla ilgili ceza davasının TCK’nun 66/1-d maddesi uyarınca onbeş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması; 2918 sayılı KTK’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli olması; davanın olay tarihi üzerinden onbeş yıl geçmeden açılmış olması karşısında, somut olayda zamanaşımının gerçekleşmediği açıktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacının desteğinin tam kusurlu eylemi ile kendisinin ölümü ile sonuçlanan olayda cezayı gerektiren bir eylem bulunmaması nedeniyle davanın zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine dair direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 16.09.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Dava, davalıya zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesi ile sigortalı ve davacıların murisinin idaresindeki aracın karıştığı kazada, davacılar murisinin vefat etmesi nedeniyle açılan destekten yoksun kalma tazminatına ilişkindir.
Özel Daire, Yerel Mahkemenin dâvanın zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile verdiği red kararını “Dava açma hakkı ceza zamanaşımı süresine tabi olup, 8 yıldır davaya konu kaza 05.06.2006 tarihinde gerçekleşmiş ve dava 16.08.2012 tarihinde açılmış olmakla ceza zamanaşımı süresi henüz dolmamıştır. Mahkemece esasa girilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığı” gerekçesi ile bozmuştur.
Yerel mahkeme ” 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. maddesi gereğince motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünün öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve herhalde kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar. Söz konusu dava da müteveffa kendi aracını çarpmak suretiyle kendi ölümüne neden olduğundan açılmış bir ceza davası bulunmadığı, iş bu davanın da 2 yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılmış olduğu 2918 Sayılı yasanın 109/2. Maddesinde öngörülen uzamış (Ceza) zamanaşımının uygulanmasının mümkün bulunmadığı” gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
Buna göre; Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, davalıya zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesi ile sigortalı ve davacıların murisinin idaresindeki aracın karıştığı kazada, tam kusurlu olduğu iddia edilen davacılar murisinin vefat etmesi nedeniyle açılan destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin davada ceza zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle davacı taraf, davalı sigorta şirketinin sorumluluğuna, murislerinin sürücüsü olduğu aracın işleteninin zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olmasına dayalı olarak başvurmaktadır. Kazayı yapan ve kendi ölümüne sebep olan davacıların murisi ise dâva dışı işletenin çalışanıdır. Bu duruma göre, işleten hakkında tazminat davası açılmış olsa idi kendisi hakkında ceza zamanaşımı uygulanabilmeli ki sigortacısı hakkında da uygulanabilsin. Ceza zamanaşımı ancak suç oluşturan eylemi gerçekleştirenler hakkında uygulanır. Adam çalıştıranlar hakkında da ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için aynı fiil nedeniyle yani çalışanının verdiği zarar nedeniyle istihdam edenin de cezai sorumluluğunun bulunması gerekir. Yoksa adam çalıştıranın TBK.m.66 uyarınca çalışanın verdiği zararlardan hukuken sorumlu olmasından yola çıkarak hakkında açılan tazminat dâvasında ceza zamanaşımının uygulanması mümkün değildir. (Borçlar Hukuku Genel Hükümler Prof.Dr.M.Kemal Oğuzman- Prof.Dr.Turgut Öz, Vedat Kitapçılık,10.Bası Cilt 2 s.77)
Dairemizin 2014/16675 Esas- 2015/3221 sayılı kararında da aynı esas ” Suç teşkil eden haksız fiillerden objektif olarak sorumlu tutulan 3. kişilerin ceza zamanaşımı süreleri ile bağlı tutulmayacakları kabul edilmektedir. Adam çalıştıranlar ve aile başkanları, idareleri altında çalışan veya yaşayan kişilerin suç oluşturan haksız fillerinden yalnızca hukuki bakımdan sorumludurlar.” şeklinde belirtildikten sonra ceza zamanaşımının adam çalıştıranlar, aile başkanları hakkında -idareleri altında çalışan veya yaşayan kişilerin suç oluşturan eylemlerinden dolayı- uygulanamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Dava konusu olayda da işletenin cezai sorumluluğunu gerektirir bir durum söz konusu değildir. Çalışan, kendi kusurunun bulunduğu olayda işletene yüklenemeyecek bir sebepten dolayı hayatını kaybetmiştir. Bu durumda, işletenin sigortacısı olan davalı sigorta şirketi hakkında da ceza zamanaşımı uygulanamaz.
Bu sebeplerle yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği kanaatinde olduğumdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılamıyorum.