İçeriğe Erişimin Engellenmesi 


YARGITAY KARARLARI – İçeriğe Erişimin Engellenmesi

T.C.

YARGITAY

19. CEZA DAİRESİ

E. 2017/710

K. 2017/4575

T. 15.5.2017

DAVA : scholaryaa.com/2016/05/17/turkey-fake-joumals-fake-conferences isimli web sitesinde yayınlanan yazı sebebiyle, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden ilgilisi … vekilinin içeriğe erişimin engellenmesi talebinin reddine dair Küçükçekmece 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 27/06/2016 tarihli ve 2016/4217 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine dair Küçükçekmece 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 25/07/2016 tarihli ve 2016/4719 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 20/12/2016 gün ve 12257 Sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01/03/2017 gün ve KYB. 2016 / 400889 Sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunu’nun 9./1. maddesinde “İnternet ortamında yapılan yayın içeriği sebebiyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de isteyebilir.” ve anılan maddenin 3. fıkrasında “İnternet ortamında yapılan yayın içeriği sebebiyle kişilik hakları ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda hâkim bu maddede belirtilen kapsamda erişimin engellenmesine karar verebilir.” şeklindeki düzenlemeler karşısında, söz konusu internet sitesinde yayınlanan yazı içeriğinde yer alan talep edenin sahte bir doçent doktor olduğu, alakasız konularda makalelerinin bulunduğu ve bu makalelerinin yağmacı dergilerde yayınlandığı şeklindeki ifadelerin ilgilisinin şeref ve haysiyetini ihlal edici ve kişilik haklarını zedeler mahiyette olduğunun anlaşılması karşısında itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,

Gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5651 Sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”un “içeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi” başlıklı 9. maddesinin uygulanma şartları;

– İnternet ortamında yapılan bir yayın olması,

– Yapılan yayın içeriği nedeniyle, gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşların kişilik haklarının ihlal edilmesidir.

İlgili kanun maddesiyle, kişilik hakkı ihlal edilenlerin “erişimin engellenmesi” konulu taleplerini içerik veya yer sağlayıcısından veya bu hususta karar almaya görevli ve yetkili Sulh Ceza Hakimliğinden isteyebileceği, alınan kararların doğrudan erişim sağlayıcıları birliğine gönderilerek yerine getirilmesini, erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından kaldırılması halinde hakim kararlarının da kendiliğinden ortadan kalkacağını ve bu hususta alınacak hakim kararlarının yerine getirilmemesi halinde uygulanacak değişik ceza yaptırımlarını düzenlemektedir.

Başvuruya konu edilen soruşturma dosyası incelendiğinde; her tür bilim dalına dair akademik makalelerin ve eleştirilerin bulunduğu bir hakemli paylaşım ve blog sitesi olan www.scholarya.com sitesinde (URL adresi dosyada mevcuttur), şüpheli Dr. … tarafından kaleme alınan ve siteye üye olan, akademik ilgisi sebebiyle yazıyı okuma gereği duyan herkesin erişebileceği “ingilizce” eleştiri yazısı bulunmaktadır. Kanun yararına bozma yoluna başvuran kişi aleyhine şüphelinin yazdığı yazıda; “fake associate professor” (sahte Doç.Dr.) başlığı altında, şikayetçi hakkında “kendi kurduğu dergilerin baş yazarı ya da genel müdürü olduğu, dalıyla ilgisiz ve alaksız konularda makaleler yazdığı, makalelerinin hepsinin yağmacı dergilerde yayınlandığı, dergilerin konusuyla ilgisi olmayan alanlarda yazılar yayınlandığı, hiçbir alanda doktora diploması dahi olmamasına rağmen kendini bir Doç.Dr. olarak tanıttığı, uluslararası bilimler konseyinin (ICSU) müdürünün de bir yazısında bahsettiği üzere hiçbir zaman adı geçen şikayetçinin akademide çalışmadığı ve kurum personeli olmadığı, tüm bu iddialarına dair delil mahiyetinde açıklama linkleriyle birlikte örnekler gösterilerek, şikayetçinin bilimsel makalelerinin dikkate alınmaması gerektiği mahiyetinde eleştiriler yapılmıştır.

Şikayetçi vekili, şikayet ve yazının paylaşıldığı URL adresinin erişime engellenmesi talepli başvurusunda özetle, yukarda anlatılan şikayete konu yazı içeriğinde müvekkilinin kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle 5651 Sayılı Kanuna göre yazının yayınlandığı sayfanın derhal erişime engellenmesini istemiştir. Sulh Ceza Mahkemesince şikayetçinin talebi “yazıda yapılan haber ve yorumların düşünce açıklama ve eleştiri sınırları içinde kaldığı, kişilik haklarını ihlal edici mahiyette olmadığı” değerlendirilerek reddedilmiştir. Şikayetçinin itirazı üzerine, itiraz mercii tarafından verilen kararda ise, “itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı ve talepte bulunanın doktor olduğuna dair belgelerin dosyada bulunmadığı” gerekçesiyle itiraz reddedilmiştir.

Kanun yararına bozma yolunda incelenerek çözülmesi gereken sorun; 5651 Sayılı Kanun’un 9. maddesinde aranan “internet yoluyla yapılan yayın içeriği sebebiyle şikayetçinin/talep edenin kişilik haklarının ihlal edilip edilmediği” ile “sulh ceza hakimliğine yapılacak başvuru sonucu verilebilecek olası bir erişimin engellenmesi kararının, kişilerin düşünce ve ifade özgürlüğünü, ulusal ve uluslararası mevzuat çerçevesinde sınırlayıcı nitelikte olup olmayacağı” hususlarıdır. Bu doğrultuda bahsi geçen “kişilik haklarına saldırı” ve “ifade özgürlüğü” kavramlarının, suça konu edilen eylemle verilecek ceza veya güvenlik tedbiri arasında bir denge kurulması, dolayısıyla suç ve cezada Adaletin sağlanması bakımından kısaca açıklanmasında fayda bulunmaktadır.

I. KİŞİLİK HAKLARININ İHLALİ:

Kişilik hakları, özel hukukta kişinin doğumuyla birlikte kazandığı ve üzerine kişisel gelişimiyle birlikte her geçen gün yeni değerler kattığı kişiliğinin, maddi ve manevi bütünlüğünün, yeri geldiğinde isminin, mesleki kariyerinin, ailesinin ve hatta sosyal çevresinin üzerinde biriktirdiği, kısacası kendini gerçekleştirme yolunda elde ettiği tüm maddi ve manevi bütünlüğü üzerinde elde ettiği beşeri kazanımlarının ve zaman içinde değişen-genişleyen menfaatlerinin hukuk düzeni tarafından koruma altına alınan yönüdür. Hukuk disiplini anlamında ise kişilik hakkı, her zaman varolan, tükenmeyen, herkese karşı ileri sürülebilen, özel hukukta mutlak haklar kategorisinde yer alan, kişinin yaşadığı sürece kendisine sıkı sıkıya bağlı, kolaylıkla vazgeçemeyeceği ve devredilemez özelliklerde olan şahısvarlığı haklarındandır.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanun’un “Hak ehliyeti” başlıklı 8. maddesi; “Her insanın hak ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler.” genel kuralıyla tüm bireylerin Adalet önünde eşit hak ehliyetlerine sahip olduğunu anlatmaktadır.

Adı geçen Kanun’un “Kişiliğin korunması” üst başlığında yer alan 24. maddesi; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da Kanun’un verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” maddesiyle, herhangi bir hukuka uygunluk sebebi olmaksızın kişilik hakkına karşı yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğunu ve bu saldırıya uğrayan kimsenin hakimden bu özel kanun maddesine göre de korunma isteyebileceğini düzenlemektedir.

Kişilik haklarına dair yukarıdaki düzenlemeler, kişinin bu temel hakkını sınırlayabilen durumları, “kişinin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar veya kanunun verdiği yetkisinin kullanılması” olarak sınırlandırmış, bu durumlar haricinde kişinin sahip olduğu kişilik haklarına karşı her tür saldırının mutlak suretle “hukuka aykırı” olduğunu belirtmiştir.

Haksız fiil, hukuka aykırı fiil ve suç kavramları şüphesiz birbirinden farklı tanımları olan kavramlardır. Sırasıyla, “haksız fiil”; bir kişinin veya toplumun değişen ve göreceli menfaatlerini ihlal eden, içinde mutlaka bir haksızlık bulunan davranışı, “hukuka aykırı fiil”; yazılı ve yazısız hukuk kurallarında yer alan, hukuk düzenince meşru ve kabul edilebilir sınırların dışına çıkan, çoğu zaman bir tazminat veya bazen de ceza sorumluluğunu birlikte gerektiren davranışı, en basit tanımıyla “suç” ise; ceza kanunlarında tanımı ve sınırları açıkça çizilen, hukuka aykırı maddi ve manevi unsurları belirli, kişilerce yapılmaması gerektiği bilinen veya bilinmesi gereken, karşılığında bir hapis, para cezası veya güvenlik tedbiri gibi maddi yaptırımları olan davranışları içerir.

Yapılan tanımlardan hareketle, kişilik haklarına, hukuka aykırı biçimde yapılan her saldırının, bir haksız fiil olduğu, ancak her haksız fiilin bir hukuka aykırılık veya suç oluşturmayacağı tartışmasızdır. Dolayısıyla, kişilik haklarına yapılan bir saldırı karşısında, görevli özel hukuk mahkemelerince tazminata veya bir ihtiyati tedbir kararına karar verilebileceği gibi, yine kişilik haklarına karşı konusu suç oluşturan bir saldırı karşısında ceza mahkemelerince ceza veya güvenlik tedbiri şeklinde bir cezai müeyyideye de karar verilebilir. Her ikisinde de mutlak suretle uyuşmazlığın en az iki tarafı vardır; saldırıyı yapan ve bu saldırıya maruz kalan taraf.

Ancak;

Kanun yararına bozma istemine konu dosya özelinde; uyuşmazlığın sadece iki tarafı bulunmamakta, uygulanması istenen 5651 Sayılı Kanun’un “erişimin engellenmesi” başlıklı maddesiyle, internet ortamında mevcut ve suçun konusu olan paylaşımın (eleştiri yazısının) engellenmesiyle istenen, sadece şikayet edenin değil, aynı zamanda toplumun da bu yazıya erişiminin engellenmesidir. Talep edilen aynı zamanda demokratik toplumda yaşayan bireylerin, bilgiye ulaşma, bilgiyi değerlendirme (düşünme) ve bilgi karşısında ifade (yorum yapma-davranışta bulunma) hakkını da etkilemekte olup, toplumu uyuşmazlığın olmazsa olmaz aktörü haline getirmekte, dolayısıyla Mahkemelerin üzerinde ayrıntılı düşünmesini zorunlu hale getiren bir diğer kavramın tartışılmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, dosyaya konu Mahkeme kararının yorumlanması amacıyla, “ifade özgürlüğü” kavramının içeriğinin ve amacının açıklanması da zaruri bir hal almıştır.

II- İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ:

İfade özgürlüğü; çoğulcu ve anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Öğretide farklı tanımlara yer verilmekle birlikte tüm paydaşların üzerinde uzlaştığı genel bir kabulle, ifade özgürlüğü; düşünce ve bilgiye ulaşma (haber alma, bilgi edinme), edindiği fikir ve düşüncelerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan ve serbestisidir. Böylelikle, ifade özgürlüğü, sadece bir düşünce veya bilginin özü anlamında düşünme, konuşma ve açıklama gibi eylemleri güvence altına almakla yetinmemekte, aynı zamanda “görüşe sahip olma”, “haber ve görüşleri alma (ulaşma), verme ve yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük kapsamında değerlendirilmelidir.

İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve anayasalarda, kişisel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu sebeple ki, devredilmez ve vazgeçilmez bir niteliğe sahiptir.

İfade özgürlüğü alanında uluslararası anlaşma metinlerinde ve ulusal mevzuatımızda yer alan bazı genel ilkeler aşağıdaki gibidir;

10 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde; “Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve hangi yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir”,

16 Aralık 1966 tarihli Birleşmiş Milletler, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 19. maddesinde; “1- Herkesin, söz özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak gerek sözlü, yazılı ya da basılı veya sanat eseri şeklinde, gerekse seçilen diğer herhangi bir yoldan, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, her türlü haber ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü içerir.”

4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”

21 Kasım 1990 tarihli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Yeni Bir Avrupa için Paris Şart’nda; “İnsan hakları ve temel hürriyetler, tüm insanların doğumlarıyla birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklardır ve kanunlarla garanti altına alınmışlardır. Bunların korunması ve geliştirilmesi devletin başta gelen görevidir. Bunlara saygı, zorba bir devlete karşı asıl güvenceyi oluşturur. Bunlara uyulması ve tam olarak uygulanması hürriyetin, adaletin ve barışın temelidir.”

“…Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. Demokrasi, ifade hürriyetinin, toplumun her kesimine karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir.”

13 Ekim 2004 tarihli Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma’nın 11-71. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, bir görüş sahibi olma ve haberlerle fikirleri, kamu yetkililerinin herhangi bir müdahalesiyle karşılaşmadan ve sınırlardan bağımsız olarak alma ve bildirme özgürlüklerini de içine alır.” hükümlerine yer verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”

14. maddesinde; “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.

“Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.”

“Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”

25. maddesinde; “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”

26. maddesinde ise; “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”

Şeklinde düzenlemeler yapılarak temel insan haklarından olan düşünceyi açıklama ve yayma ile bilim ve sanat özgürlüğü güvence altına alınmıştır.

Tüm bu düzenlemelerin yanısıra, 1789 Fransız Devrimi ile başlayan ifade özgürlüğünün sonsuz ve sınırsız olmadığı, kısıtlı da olsa sınırlandırılmasının gerekeceği, uluslararası ve ulusal alanda hukuki normlara konu edilmiştir.

Bu amaçla da:

10 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 29. maddesinde;

1. “Herkesin, kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.

2. Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken, başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur.”

30. maddesinde de; “Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.

4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında; “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.”

17. maddesinde ise; “Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar, biçimde yorumlanamaz” tarzında düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını, sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir.

O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;

– önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması,

– sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması),

– sınırlamanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,

– yasayla sınırlama getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.

Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

14. maddesinde: “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.

Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.

Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”

Anayasamızın 26. maddesinin 2. vd. fıkralarında ise; “Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngürdüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına dair düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.” hükümleri yer almaktadır.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, kanun yararına bozmaya konu somut olay, her iki ana başlıkta özetlenen kriterlerle birlikte değerlendirildiğinde;

Şüphelinin, başvuruya konu makale eleştirisinde; şikayetçinin makalelerinden birisine karşı aynı akademik forum sitesinde, aynı dilde “ingilizce” bir yazı kaleme aldığı görülmektedir. Yazılan yazının aynı bilimsel makale ve eleştiri sitesinde bulunması, yazı içeriğinde şikayetçinin akademik geçmişine ve yazılarına dair bilgi, yorum ve eleştirilere yer verildiği, bu iddialara dair açıklayıcı ve nesnel ek bilgiler de sunulduğu, bu sebeple yazının amacının daha çok şikayetçinin bilimsel tezlerinin neden dikkate alınamaması gerektiğine yönelik olduğu, öte yandan yazılan eleştiride öne sürülen iddiaların tümünde, şikayetçi hakkında sadece herkesçe bilinen ve sadece şikayetçinin bilmesini istediği bilgilerin yer alması gerekmediği gibi, şikayetçinin bilimsel yazıları hakkında gerçek olup olmadığı hususunda ilgililerinde dikkat, merak ve hatta şaşkınlık uyandıracak bilgilerin de paylaşılabileceği, eleştiriyi kaleme alan kişinin, şikayetçi hakkındaki bilgileri ve fikirlerini aktarırken şikayetçiyi veya onu tanıyan pek çok kişiyi şok edebilecek, kışkırtıcı bir takım ifadeler de kullanabileceği, tüm bu koşullar içinde yazıyı yazan kişinin ulusal ve uluslararası mevzuatta yazılı düşünce ve ifade özgürlüğü hakkını kullandığı tespit edildiğinden ve bu hakkı kullanırken başvuruya konu yazı içeriğinin şikayetçinin kişilik haklarını ihlal etmediği kanaatine varılmakla,

SONUÇ : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu sebeplerle yerinde görülmediğinden, kanun yararına bozma isteminin REDDİNE, 15.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.